1891'deki Kinetoskoptan günümüzün 3B canlanmasına kadar, sinemanın tarihi ve geliÅimi hakkında bilgi edinin.
Görüntüleme, hareketsiz fotoÄrafik resimlerin bir ekranda kayıt altına alınması ve daha sonra hızla izdüÅümü ile hareketi yansıtmasıdır. 19. yüzyıl bilimsel çabasının ürünü olan ürün, son yüzyılda binlerce kiÅiyi istihdam eden bir endüstri haline geldi ve kitlesel bir eÄlence ve iletiÅim ortamı haline geldi.
Kimse sinema icat etmedi. Bununla birlikte, 1891'de ABD'deki Edison Company , bir seferinde bir kiÅinin hareketli resimleri izleyebilmesini saÄlayan Kinetoskopâun bir prototipini baÅarılı bir Åekilde sergiledi . Ãngörülen hareketli resimleri ödeyen bir kitleye (yani sinema) ilk sunan Paris'te Aralık 1895'te Lumiere kardeÅlerdi .
İlk önce, filmler çok kısa, bazen sadece birkaç dakika veya daha kısa sürüyordu. Fuar alanlarında, müzik salonlarında ya da bir ekranın kurulabileceÄi herhangi bir yerde ve bir oda koyulaÅtırıldıÄında gösterildi. Konular, yerel sahneler ve etkinlikler, yabancı topraklara bakıÅlar, kısa komediler ve haber niteliÄi taÅıyan olayları içermektedir. Filmlere öÄretim görevlileri, müzik ve çok sayıda dinleyici katılımı eÅlik ediyordu - ancak senkronize diyaloglar yoktu, bazen de "sessiz" deÄillerdi.
1914 yılına kadar birkaç ulusal film endüstrisi kuruldu. Avrupa, Rusya ve İskandinavya Amerika kadar önemliydi. Filmler daha uzun sürdü ve öykü anlatımı veya anlatı egemen bir form haline geldi. Film seyretmek için daha fazla kiÅi para kazandıkça, etraflarında büyüyen sanayi, üretim, daÄıtım ve sergilere daha fazla para yatırmaya hazırlandı, bu nedenle büyük stüdyolar kuruldu ve özel sinemalar yapıldı. Birinci Dünya SavaÅı, Avrupa'daki film endüstrisini büyük ölçüde kısıtladı ve Amerikan endüstrisi görece önem kazandı.
Sinemanın ilk 30 yılı, bir sanayi üssünün büyümesi ve saÄlamlaÅtırılması, anlatı biçiminin oluÅturulması ve teknolojinin arıtılması ile karakterize edildi.
Renk, renklendirme, tonlama ve Åablonla ilk önce siyah-beyaz filmlere eklendi. 1906'da renk ayırma ilkeleri 1909'da halka sunulan İngiliz Kinemacolor iÅlemi ile 'doÄal renk' hareketli görüntüler üretmek için kullanıldı. 1915'ten baÅlamak üzere erken teknolojik süreçler hantal ve pahalıydı ve renkler 1932'de üç renkli sürecinin ortaya çıkmasına kadar daha yaygın kullanılmadı.
Yansıtılan resimlere senkronize ses eklemek için yapılan ilk giriÅimler, fonografik silindirler veya disklerdi. Senkronize diyalogu bir araya getiren ilk uzun metrajlı film The Jazz Singer (ABD / 1927), ses için her makaraya sahip ayrı bir kayıt diski kullanan Warner Brothers'ın Vitaphone sistemini kullandı. Bu sistem güvenilmez olduÄunu kanıtladı ve yakında film kenarında fotografik olarak kaydedilen optik, deÄiÅken yoÄunlukta bir film müziÄiyle deÄiÅtirildi.
1930'ların baÅında, hemen hemen tüm uzun metrajlı filmler senkronize edilmiÅ seslerle sunuldu ve 1930'ların ortalarından itibaren bazıları da tam renkli oldu. Ses geliÅi, Amerikan endüstrisinin hâkim rolünü garantiliyor ve sözde "Hollywood'un Altın ÃaÄı" nı doÄurdu. 1930'lu ve 1940'lı yıllarda sinema, popüler eÄlencenin baÅlıca Åekli idi, insanlar genellikle haftada iki kez sinemaya katılmıÅtı. İngiltere'de en yüksek katılım oranları, her hafta 31 milyondan fazla sinema ziyaretiyle 1946'da gerçekleÅti.
Thomas Edison, Kinetoskopta delikli 35mm film kullanmıÅtı ve 1909'da bu endüstri standardı olarak kabul edildi. Resim, 3: 4 veya 1: 1.33 en-boy oranı olarak bilinen bir yükseklik-geniÅlik iliÅkisine sahipti. Optik ses çıkıÅı ile en-boy oranı 1.37: 1'e ayarlandı. DiÄer formatlarla çok sayıda deney olmasına raÄmen, ekran oranlarında 1950'lere kadar hiçbir önemli deÄiÅiklik olmamıÅtır.
Amerika'da televizyonun tanıtılması, sinemaya kamuoyunun ilgisini çekmek için tasarlanmıŠbir dizi teknik deney yapılmasını saÄladı. 1952'de Cineramaprosesi, çoklu parça çevresel ses ile birlikte üç projektör ve geniÅ, derin kavisli bir ekran kullandı. İzleyicilere daha fazla katılım duygusu verdi ve son derece popüler olduklarını kanıtladı. Bununla birlikte teknik olarak hantal bir yapıdaydı ve geniÅ ekran sinema, 1953 yılında CinemaScope ve 1955'te Todd-AO'nun piyasaya sunulmasına kadar kullanılmaya baÅlanmadı; her ikisi de tek projektör kullandı. SinemaScope optik olarak ekranın geniÅliÄine sıÄdırmak için projektör lensi tarafından yanal olarak geniÅleyen 35mm film üzerindeki görüntüleri sıktı; Todd-AO filmi 70 mm geniÅliÄinde kullandı. 1950'lerin sonuna gelindiÄinde, sinema ekranının Åekli etkili bir Åekilde deÄiÅti, en-boy oranları 1: 2.35 veya 1: 1.66 standart haline geldi.
70 mm film kullanan uzman geniÅ ekranlı sistemler de geliÅtirildi. Bunların en baÅarılısı 2008'de dünyada 311 ekrana sahip olan IMAX olmuÅtur. Uzun yıllardır IMAX sinemaları özel olarak 2D veya 3D formatlarında yapılmıŠfilmleri gösteriyor ancak IMAX formatında dijital olarak yeniden sahnelenen ve çoÄunlukla ek sahneler veya 3D efektlerle popüler özellikli filmlerin versiyonlarını gittikçe daha çok gösteriyorlar.
1940'lı yıllarda denenmiÅ olan stereo ses de yeni geniÅ ekran deneyiminin bir parçası oldu. Sinemalar televizyon rekabetiyle mücadelede bir miktar baÅarı elde etse de, bir zamanlar tuttukları konumu ve etkileri hiçbir zaman geri kazanamadılar ve gelecek otuz yılda izleyici kitleleri azaldı. 1984 yılına gelindiÄinde İngiltere'deki sinema katılımları haftada bir milyona kadar battı. Ancak o tarihten bu yana, bu rakam, 1985'te Milton Keynes'de ilk İngiliz çoÄulluÄunun kurulmasını takiben, Åehir dıÅı çok katlı sinemaların büyümesiyle neredeyse üç kat arttı.
Her ne kadar Amerika en etkili film endüstrisi gibi görünse de, gerçeklik daha karmaÅıktır. ÃoÄu film, uluslararası platformlarda üretilir veya çeÅitli ülkelerde üretilir veya bir çok medyada çıkar saÄlayan çokuluslu firmalar tarafından finanse edilir. ÃoÄu kiÅi, filmleri televizyonda (karasal ya da uydu ya da bir tür videolarda) izliyor ve ayrıca web tabanlı bir yayın aracına doÄru ilerliyoruz.
Son 20 yılda, film üretimi hızla geliÅen dijital teknolojinin etkisiyle tamamen deÄiÅti. Yapımlar halen filmde çekilebiliyor olsa da (ve bu daha da sıradan hale geliyor), düzenleme ve özel efektler gibi sonraki süreçlerin tamamı, nihai görüntüler filme geri aktarmadan önce bilgisayarlarda üstleniliyor. Geleneksel sinema projeksiyonunun netliÄi, ayrıntısı ve parlaklıÄı ile paralel ekran görüntüleri üretebilen sayısal projeksiyona daha çok sinema yatırımı yaptıÄı için, bu nihai aktarma ihtiyacı azalmaktadır. Son birkaç yılda hem sayısal teknolojinin varlıÄı ile canlandırılan ve canlanan etkinliklerin 3D özelliklerine ilginin canlanması saÄlandı.