Gamze Taşcıer: “‘Ya Adalet Ya Sefalet’ Diyerek Birlikte Direnmekten Başka Bir Çaremiz Yoktur”

Gamze Taşcıer: “‘Ya Adalet Ya Sefalet’ Diyerek Birlikte Direnmekten Başka Bir Çaremiz Yoktur”

CHP Genel Başkanı Gamze Taşcıer, “Bu memlekette emeğin kaderi, sarayda oturan tek bir adamın insafına bırakılmışsa, bu düzende adalet yalnızca saraya çalışıyorsa; ekmek, alın teriyle değil, yandaşlıkla pay ediliyorsa işte o zaman, ‘Ya adalet ya sefalet’ diyerek birlikte direnmekten başka çaremiz yoktur. Bizi yok sayanları tanıyoruz ve reva gördükleri sefalet düzenini de reddediyoruz. Gün en yoğun katılımla bir arada olup birlikte sesimizi yükseltme günüdür” dedi.

(ANKARA) - CHP Genel Başkanı Gamze Taşcıer, “Bu memlekette emeğin kaderi, sarayda oturan tek bir adamın insafına bırakılmışsa, bu düzende adalet yalnızca saraya çalışıyorsa; ekmek, alın teriyle değil, yandaşlıkla pay ediliyorsa işte o zaman, ‘Ya adalet ya sefalet’ diyerek birlikte direnmekten başka çaremiz yoktur. Bizi yok sayanları tanıyoruz ve reva gördükleri sefalet düzenini de reddediyoruz. Gün en yoğun katılımla bir arada olup birlikte sesimizi yükseltme günüdür” dedi.

CHP Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Taşcıer, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü dolayısıyla partisinin genel merkezinde basın toplantısı düzenledi. Taşcıer’in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

“Fabrikada, şantiyede, atölyede, sanayi bölgelerinde emeğiyle üretimi büyütenleri; yer altında ve yer üstünde emeğin yükünü omuzlayan madencileri; liman ve tersanelerde ölüme meydan okuyan emekçileri; toprağa hayat veren mevsimlik tarım işçilerini; insana can veren sağlık emekçilerini; teknikerleri, laborantları, bilgiyle, bilimle geleceği inşa eden eğitimcileri; atanamayan öğretmenleri; görünmeyen emeğin yükünü sırtlanan ev işçilerini; motorlu taşıtları ekmek kapısına dönüştüren kuryeleri ve ulaşım işçilerini; markette, depoda, sokakta çalışanları; apartman görevlilerini; ucuz iş gücü olarak emeği ve bedeni tüketilen kaçak işçileri; kayıtsız, güvencesiz çalıştırılan milyonları; harcanabilir işçi olarak görülen göçmenleri; ömür boyu dayanılmaz acılara mahkûm olan meslek hastalığı mağdurlarını, silikozis kurbanlarını; üçüncü sınıf vatandaş görülen dönüşüm emekçilerini; staj ve çıraklık adı altında kölelik şartlarında çalıştırılanları; MESEM mağdurlarını; işçi olmaya zorlanan çocukları; siyasi baskı altında, yoksullukla sınanan kamu emekçilerini; ne eğitimde ne istihdam yer alan milyonları; 65 yaş üstünde olduğu halde yaşamak için çalışmak zorunda kalanları; işsiz bırakılarak ekmeğinden mahrum edilenleri; açlıkla terbiye edilen emeklileri; emeklilik hakları verilmeyenleri; halkın haber alma özgürlüğü için kendi özgürlüklerinden vazgeçen basın emekçilerini; mavi, beyaz fark etmeksizin iki yakası bir araya gelmeyen milyonları ve iş cinayetinde yitirdiğimiz tüm emekçileri CHP ve Emek Büroları olarak saygıyla ve mücadele kararlılığıyla selamlıyorum.

“1 Mayıs, emeğin bir günlüğüne hatırlandığı anma günü değildir”

28 kamu görevlisinin yargılandığı Soma Katliamı davası dün sonuçlandı. 301 madencinin cansız bedenine 96 saat sonra ulaşılmıştı ama kamu görevlilerinin sanık olarak yargılanması 99 bin 360 saat sürdü. Sonuçta sanıklara 12’şer saat hapis cezası verildi. Sorarsanız yargı bağımsız, inanırsanız adalet mülkün temeli. Gerçek bu kadar. Adaletin bu kadar değersizleştirildiği, insan hayatının bu denli ucuz görüldüğü bir ülkede, emek ve emekçi güvende değildir. Çünkü adaletin olmadığı yerde, ne işçi güvenliği ne yaşam hakkı ne de alın terinin karşılığı vardır. İşte bu yüzden 1 Mayıs, emeğin bir günlüğüne hatırlandığı anma günü değildir. Aksine emekçilerin 365 gün, 136 yılı aşan eşitlik, adalet ve özgürlük arayışının bir tanımıdır.

“Halkın içinde bulunduğu duruma yabancılaşan iktidarın kendisi marjinaldir”

Bu yıl 1 Mayıs’ı, 19 Mart’ta tek adam rejiminin gerçekleştirildiği sivil darbe girişiminin karanlığında karşılıyoruz. Ülkemizde emeğin değersizleştirildiği, sendikal hakların gasbedildiği, grevlerin yasaklandığı, örgütlü mücadelenin türlü baskılarla boğulmaya çalışıldığı bir rejim tesis edilmiştir. Daha dün, Taksim çağrısı yaptığı için 92 kişi gözaltına alındı. İktidar, her zaman yaptığı gibi yine ‘marjinal’ tanımlaması yaptı. Oysa kendi sesinden başkasını duymayan, ülkenin gerçeklerini görmeyen ve halkın içinde bulunduğu duruma yabancılaşan bu iktidarın kendisi artık marjinaldir. Bugün işçilerin, emekçilerin, ücretlilerin, kadınların, gençlerin ve emeklilerin verdiği mücadele bir ücret kaygısının ötesine geçmiş, yaşam kavgasına dönüşmüştür. Çünkü artık adaletsizlik sadece sofralarda değil, yaşamın her alanında hüküm sürmektedir. Çünkü inşa ettikleri bu sefalet düzeni yalnızca işimize, aşımıza, cebimize değil; insan onuruna da kastetmektedir.

“Bu zalim iktidar karşısında sefalete teslim olmayacağız”

İnsanca yaşam özgürlüğün, adaletin ve halk iradesinin ön koşulu olduğu bir düzende ancak mümkündür. Dolayısıyla demokrasi yoksa ekmek de yoktur. Alın terinin onurunu ve ülkemizin aydınlık yarınları için millet iradesinin gasbedilmesine, hukukun ayaklar altına alınmasına ve emeğin değersizleştirilmesine karşı hep birlikte ses yükseltmek zorundayız. Asgari ücrete mahkûm edilen, güvencesiz çalışmaya mecbur bırakılan, açlıkla sınanan ve yoklukla sindirilmek isten milyonlar artık adalet ve sefalet arasında bir tercih yapma zorunluluğu kaçınılmazdır. Emekçilerin payına yoksulluk, yandaş sermayenin payına ise ayrıcalık düşüren bu düzende, toplumsal eşitsizlik kader değil, iktidarın bir tercihidir. Artık bu adaletsiz düzene katlanmakla ona karşı çıkmak arasında bir yol ayrımındayız. Şurası çok açık: Bu zalim iktidar karşısında sefalete teslim olmayacağız. Hayatın her alanında adaleti hâkim kılacak ve böylece Cumhuriyet’in ikinci yüzyılını tam demokrasiyle taçlandıracağız. CHP, tarihi sorumluluğuyla emeğin Türkiyesi’ni kurmak için tüm kadrolarıyla hazırdır.

“AKP’nin düşük ücret politikası, milyonları çaresizlikle terbiye etme yöntemine dönüştü”

Bugün en düşük emekli aylığı 14 bin 469 lirayla açlık sınırının yüzde 45 altındadır. Türkiye’de emekliler, açlığın pençesinde, yoksulluğun en ağır ve onur kırıcı biçimiyle yaşam mücadelesi vermektedir. AKP iktidarı, ömrünü bu ülkeye adamış milyonlarca emekliyi sefalete mahkûm etmiş; sosyal devlet ilkesini ayaklar altına almıştır. Biz emeğin Türkiye’sinde ne açlığı ne sefaleti kabul ediyoruz. Tam da bu nedenle insanca yaşamı, güvenceli çalışmayı, insan onuruna yaraşır bir ücreti temel hak olarak görüyoruz. AKP’nin düşük ücret politikası milyonları açlıkla, borçla ve çaresizlikle terbiye etme yöntemine dönüştü. TÜİK’in üç aylık ‘hayalflasyonu’ neticesinde asgari ücret henüz üç ayda 2 bin 157 lira eriyerek bugün 19 bin 947 liraya gerilemiştir. Oysa açlık sınırı 26 bin lirayı çoktan geçti. Biz diyoruz ki ücretler yalnızca hayatta kalmaya değil, insan gibi yaşamaya da yetmelidir. Ne yazık ki en iyimser hesaplamalarda bile asgari ücret, açlık sınırının 6 bin lira altında seyretmektedir.

“AK Parti cesarete sahip değildir”

Milyonlarca emekçi, tek adam rejiminin bedelini öderken iktidar hâlâ ‘Program tutacak’ masalı anlatmaktadır. Gerçeklik karşısında kendini revize etmeyen bir ekonomi yönetimi, krizleri yönetemediği gibi bizzat yeni krizlerin de kaynağı olur. Devlet olmak, hatalı hedeflerde ısrar etmek değil; halkın geçim derdi karşısında sorumluluk almak, politikalarını bilimsel verilere ve toplumsal ihtiyaçlara göre güncelleyebilecek siyasi cesarete sahip olmaktır. AK Parti bu cesarete sahip değildir. Çünkü AKP demek; çalışma hayatında taşeron demek, güvencesizlik, kayıtdışı çalışmak demek, kamuda liyakatin değil kayırmacılığın esas alınması demektir.

“Türkiye hala 19’uncu yüzyılın çalışma koşullarıyla devam etmektedir”

Bakın, 1 Mayıs’ın ortaya çıktığı 19’uncu yüzyılda işçilerin sekiz saatlik çalışma talebi vardı. 1886’da işçiler, ‘Sekiz saat çalışma, sekiz saat dinlenme ve sekiz saat canımız ne isterse’ sloganıyla greve çıktılar. 1 Mayıs’ta başlayan grev günlerce sürdü. Bedeller ödendi, emekçiler hayatını kaybetti ama mücadele zafere ulaştı. Gelişmiş ülkeler bugün kazanılmış haklarının tamamının korunması şartıyla güvenceli, esnek ve uzaktan çalışmaya geçmekte, iş saatlerinin ve mesai günlerinin azaltılması planlanmaktadır. Oysa Türkiye hala 19’uncu yüzyılın çalışma koşullarıyla devam etmektedir. 13-14 saatlik mesailerle Türkiye, Avrupa’nın en uzun çalışma saatine sahip ülkedir. Sri Lanka, Kosta Rika ve Tayland’da bile çalışma saatleri Türkiye’den daha azdır. Geçinmek için uzun saatler boyunca çalışmak zorunda olan emekçiler, ücretliler buna karşı yaşamlarını insan onuruna yakışır biçimde sürdürecek gelire yine de sahip değildir.

“‘Asgari ücret zammı enflasyonu tetikler’ yalanını ortaya atanlar, adım adım kölelik rejimini inşa etmektedir”

Avrupa İstatistik Ofisi’nin verilerine göre, Türkiye’deki brüt asgari ücret Ocak 2025’te Avrupa’da 27 ülke arasında 20’nci sıradaydı. O zaman asgari ücret 708 euro’ydu ve henüz 19 Mart sivil darbesi yapılmamıştı. 19 Mart sivil darbesiyle birlikte döviz kurundaki dalgalanma nedeniyle asgari ücret 112 euro birden geriledi. Bugün, net asgari ücretin 26 bin 997 lira olması gerekirken ‘Şimşek Programı’nın etkisiyle 19 bin liranın da altına düşerek Türkiye’nin modern kölelik haline geldiğinin de çok açık bir ilanı olmuştur. ‘Asgari ücret zammı enflasyonu tetikler’ yalanını ortaya atanlar, Türkiye’de adım adım bir kölelik rejimini inşa etmektedir. Ucube tek adam rejimine geçilmeden önce Türkiye, Küresel Kölelik Endeksi’nde 160 ülke içinde 48’inci sıradaydı. Tek adam rejimiyle birlikte yedi senede beşinci sıraya yükselmemiz şaşırtıcı değil. Çünkü bu dönemde kamuda taşeron işçilik, kayırmacılık, partizanlık adeta kural haline geldi. Liyakat değil, iktidara sadakat ödüllendirildi.

“AKP’nin ‘büyüyor’ dediği ekonominin altında işçilerin cansız bedenleri yatmaktadır”

Bu düzenin en ağır bedelini de hiç şüphesiz emekçiler canlarıyla ödemektedir. AKP iktidarları boyunca en az 33 bin emekçinin iş cinayetlerine kurban gittiği gerçeği ortadadır. Türkiye, iş cinayetlerinde Avrupa’da ve dünyada en üst sıralarda yer almaktadır. AKP’nin ‘büyüyor’ dediği ekonominin altında işçilerin cansız bedenleri yatmaktadır. Öte taraftan meslek hastalıkları konusunda devletin elinde veri bile bulunmamaktadır. Emekçilerin canları pahasına, meslek hastalıkları buhar olmaktadır. Emekçinin işi belirsiz, geleceği karanlık, sesi susturulmuş durumdadır. Saray iktidarı için sendikal haklar Anayasal güvence değil, AKP iktidarı için bir tehdit haline dönüşmüştür. AKP iktidarında sendikalaşma, grev hakkı ve toplu sözleşme hakkı sistemli bir şekilde gasbedilmiş, saray güdümlü sendikalar eliyle işçilerin sesi susturulmaya çalışılmış, grevleri engellenmiştir. Emekçinin alın teriyle biriktirdiği kıdem tazminatı hakkı, ‘fon’ adı altında yağmalanmak istenmektedir.

“Kadınların çalışma hayatına katılımı, sermayenin ucuz emek sağlama stratejisinin bir parçası haline dönüştürüldü”

Kadın emeği, AKP rejiminin neoliberal-ataerkil düzeninde sistematik olarak güvencesizliğe, yoksulluğa ve görünmezliğe mahkûm edilmiştir. Kadınlar için düşük ücretli, güvencesiz, esnek çalışma biçimleri sömürünün yeni şekli haline dönüştürülmüştür. AKP için kadınların çalışma hayatına katılımı bir hak değil; sermayenin ucuz emek sağlama stratejisinin bir parçası haline dönüştürülmüştür. Bakım emeği ise tamamen kadınların omzuna yıkılmış durumda, AKP’nin kitabında kamusal kreş hakkına ne yazık ki yer verilmemektedir. İktidar, CHP’li belediyelerin açtığı kreşleri yaygınlaştıracak politikalar geliştirmek yerine, bu kreşlerle mücadeleyi tercih etmiştir. Kadın emeğinin sömürüsünü, AKP’nin aile politikaları kisvesi altında kurumsallaştırılmaktadır. Üstelik kadının doğurganlığı da artık iktidarın ideolojik bir aygıtı haline getirilmiş durumdadır.

Çocuklarımızın geleceği ise tehdit altındadır. MESEM gibi uygulamalarla eğitim hakkı fiilen gasbedilmiş, çocuk emeği kurumsal bir sömürü modeline dönüştürülmüştür. Gençler, geleceğe hazırlanmak yerine piyasaya ucuz ve güvencesiz işgücü olarak sunulmuştur. ‘Stajyer’, ‘kursiyer’, ‘bursiyer’ gibi unvanlarla sosyal güvenceden yoksun, ücret almaksızın çalıştırılmaları meşrulaştırılmıştır. Ne denetim sağlanmış ne iş güvenliği, ne hak tanınmış ne de hukuk işletilmiştir. Bu düzende gençlik umuda değil, umutsuzluğa yönlendirilmiştir. Eğitim değil, istismar esas alınmıştır. Yoksulluğun üzerine bir de çocuk emeği bindirilmiştir.

“‘Ya adalet ya sefalet’ diyerek birlikte direnmekten başka çaremiz yoktur”

Tüm bu gerçekler olanca ağırlığıyla ortadayken vergi de emekçinin üzerine yüklenmiştir. İktidarın kurduğu düzende maaşlı çalışanın her lokmasından vergi kesilirken zenginlerin serveti adeta dokunulmazlık zırhıyla örülmektedir. Sarayın sofrası her gün daha da büyürken halkın sofrası küçülmüş, mutfağı boş kalmıştır. Ücretlilerden alınan gelir vergisiyle yandaş müteahhitlere ihale üstüne ihale verilirken milyonların alın teriyle dönen bu çark, sadece bir avuç zengini beslemektedir. Bu düzen adil değil. Bu düzen halkın değil, sarayın düzenidir. Bu memlekette emeğin kaderi, sarayda oturan tek bir adamın insafına bırakılmışsa; bu düzende adalet yalnızca saraya çalışıyorsa; ekmek, alın teriyle değil yandaşlıkla pay ediliyorsa işte o zaman, ‘Ya adalet ya sefalet’ diyerek birlikte direnmekten başka bir çaremiz yoktur.

Çünkü bizler bu ülkenin fabrikalarında, tarlalarında, sokaklarında, limanlarında, hastanelerinde, okullarında alın teri döken milyonlarız. Bizi yok sayanları tanıyoruz ve reva gördükleri sefalet düzenini de reddediyoruz. Biz, emeğiyle yaşayanların iktidarını kurmak istiyoruz. Bu düzeni değiştirecek olan da yine bizim irademiz, bizim mücadelemiz. Bu inançla emekten, hukuktan, adaletten, demokrasiden, insan haklarından, eşitlikten yana olan bütün yurttaşlarımızı 19 Mart sivil darbe girişimine karşı, 1 Mayıs 1977 ruhuyla Kadıköy İskele Meydanı’na tek adam rejiminin devletin her türlü baskı aygıtıyla halkı ve emekçiyi boğmaya çalışan politikaları karşısında emeğin sesini yükseltmeye, örgütlü gücünü büyütmeye davet ediyoruz. Çünkü gün en yoğun katılımla bir arada olup birlikte sesimizi yükseltme günüdür.”

Anka Haber Ajansı